24 Ağustos 2011 Çarşamba

Müzik siteleri

Canınız sıkıldığında müziği türüne göre dinlemek isterseniz, çok güzel siteler var:

1) fizy.com dan mood u seçebilirsiniz. "sakin" modu gayet güzel.

2)supermood.com açabilirsiniz. baya müzik türü var.

3)itunes da çok güzel. smooth jazz özellikle önerilir.

2 Temmuz 2011 Cumartesi

Copa America 2011



Japonya yerine Kosta Rika'nın eklendiğini belirtmekte fayda var.

Brezilya kazanmasın da kim kazanırsa kazansın dediğim turnuvadır. Jorge Guagua sempatimden ötürü gönüllerin şampiyonu olarak Ekvador'u ilan etsem de Yılmaz Vural'ı sönük bırakacak renklilikte bir td olan Marcelo Bielsa ve onun ilginç oyun anlayışı sayesinde Şili, PES 2011'de her Ekvador alışımda eyvh eyvah diyeerek Peru alan arkadaş sayesinde Peru, ayyaş diyarı Kolombiya, çılgın kadrosuyla Uruguay, Arjantin'e bir kez daha çelme takaran Bolivya ve özellikle CM 03 04 dönemlerinin şişirme futbolcularıyla ünlü Meksika dikkat çekici diğer takımlar. Kendi adıma tabi.

Fikstür:

Kolombiya-kostarika 21.30 2 temmuz
Brezilya-venezuella 22.00 3 temmuz
Paraguay-ekvador 00.30 4 temmuz
Uruguay-peru 01.15 5 temmuz
Şili-meksika 03.35 5 temmuz
Arjantin-kolombiya 22.00 6 temmuz
Bolivya-kosta rika 22.00 7 temmuz
Brezilya-paraguay 22.00 8 temmuz
Uruguay-şili 22.00 8 temmuz
Peru-meksika 22.00 8 temmuz
Venezuelle-ekvador 22.00 9 temmuz
Kolombiya-bolivya 22.00 9 temmuz
3 günlük ara
Arjantin-kosta rika 22.00 12 temmuz
Şili-peru 22.00 12 temmuz
Uruguay-meksika 22.00 12 temmuz
Brezilya-ekvador 22.00 13 temmuz
Paraguay-venezuella 22.00 13 temmuz
Gruplarda en iyi 3. olan 2 takım da, çeyrek finale kalacaktır.

Tarihçe:

Şampiyonluk Sayıları
Uruguay----14 kez
Arjantin----14 kez
Brezilya----8 kez
Paraguay----2 kez
Peru----2 kez
Bolivya----1 kez
Kolombiya----1 kez

2.lik Sayıları
Arjantin----12 kez
Brezilya----11 kez
Uruguay----6 kez
Paraguay----5 kez
Şili----4 kez
Meksika----2 kez
Kolombiya----1 kez
Bolivya----1 kez

3.lük Sayıları
Uruguay----9 kez
Brezilya----7 kez
Paraguay----7 kez
Peru----6 kez
Şili----5 kez
Arjantin----4 kez
Kolombiya----3 kez
Meksika----3 kez
Honduras----1 kez

4.lük Sayıları
Şili----10 kez
Paraguay----6 kez
Uruguay----5 kez
Peru----5 kez
Brezilya----3 kez
Arjantin----2 kez
Bolivya----2 kez
Ekvador----2 kez
Kolombiya----2 kez
ABD----1 kez

Maçı Nasıl İzleyebilirim?

Ahaber isimli televizyon kanalından izlenebilir. Aslında canlı yayın olarak internetten izleenebiliyor ama maç sırasında kesiyorlar maalesef. Digiturk,d-smart,turksat yayınları mevcut.

3 Şubat 2011 Perşembe

İncelikler Yüzünden | 17 "Azamî Süre Azmi"

-17.. Çanakkale. İkinci memleketim. İnadın inadı bir şehirdir. Tam 250000 canla düşman püskürtülmüştür. 2007'de de bir avuç Çanakkale köylüsü, Amerika'yı Kaz Dağları'ndan defetmiştir. Yoğun Kırım göçü almış şehirlerdendir. Biraz da Kırım'dan geliyor sanırım inat.

-İnat... Körükörüne olduğu zaman insanı dibe sürüklerken birçok konuda da kurtarır. Yapamazsın, başaramazsın gibi imkânsızlıklar üzerine kurulu ihtimallerde büyük faydası vardır. 7. sınıf 2. dönemin başıydı. 2 yıl okula uğramamış, 24 yaşına gelmiş manevî mânâda çok yorgun bir bünyem ve tam 18 dersim vardı. 2010 Şubat ayıydı. Emsallerim ya kendini kapsamlı olarak çıkacak af için okuldan attırmış, ya da ÖSS'ye girerek başka üniversitelerde en az 4 sene daha ömür çürütmeye karar vermişlerdi. Babam: "Oğlum hayatta asla vasat olma, ya en iyisi ol ya da en kötüsü. Hangisi olursan ol mutlaka çabala, sonucu mühim değil." derdi yıllardır. Zamanında Kayseri 13.sü, Türkiye 1500.süydüm. Korkak dövüş bana göre değildi. Savaşmaya karar verdim herkesin acımaklı ve alaycı gözleri eşliğinde. İnsan yeter ki birşeyi başarma konusunda kararlı olsun, azmedene yardım edeni çok olur derler. Hani futbol maçları uzatma süresinin ardından penaltılara kaldığında futbolcular birbirlerinin omzuna sarılarak kenetlenir ya okulun bu emektar defansına da az ama öz arkadaş çevresi kenetlenmişti. Benim azmim tecrübem ve onların bilgileri bizi çok güçlü bir takım haline getirmişti. O kadar çalışmaya rağmen vizelerim pek de istediğim gibi geçmemişti. Moralim bir anda çökmüştü. Ancak tavlada 4-0 geriye düştüğünde maçı nasıl 5-4 çeviririm diye stratejiler geliştiren bünye gene can almadan can vermeyecekti.

-Finallere kadar oldukça hareketli bir yaşantım oldu. Birçok derse girmeye devam etmekle beraber hayatımda olumsuz birçok gelişme oldu. Moral, sabır ve sinir katsayım çok zorlanmaya başlamıştı. Ancak ne pahasına rağmen hiçbirşey finallere yansıtılmayacaktı. Finallerden en önemlisi DC düşmüştü, bölümün en zor derslerinden birisidir. Bizde ortalamanız 2.00'ın üstündeyse DC + alır geçersiniz, 2.00'ın altındaysa o ders DC - olarak size döner, kalır, saç baş yolarsınız. Ortalamam 2.00'ı zorluyordu, son derse kalmıştı işim. Finali çok iyi geçmişti ama vizesi düşüktü. Üstelik tarihî bir hata yaparak memleket hasretine yenik düşerek Kayseri'ye dönmüştüm. Bedelini çok ağır ödedim. İyi bir harfle geçerim dediğim dersten dramatik bir şekilde kalmıştım. O dönem tek amacım 6 dersin 5 dersini vermek böylelikle ders sayımı 13'e düşürerek telafi sınavlarına girip ders sayımı 2'ye düşürmekti. Ancak ummadık taş baş yarar hesabı en güvendiğim dersten kalınca DC olan dersim de kalmış oldu ve ders sayım 15'de kaldı. Bu da telafi sınavlarına girme hakkını kaybetmek demekti. Nerede ders sayısını 2'ye düşürmek, nerede 15 ders.

-Maalesef azamî süre öğrencisi olmayı garantilemiştim, üstelik de 15 alttan dersim vardı. Almadığım o meşum 2 dersle beraber 2011 Ocak sonuna kadar sadece 5 dersim kalmalıydı, yoksa atılıyordum. Önümde sadece yazokulu ve azamî süre sınavları vardı. Yazokulunda serin havaları seven bir insan olarak çok büyük sıkıntı yaşamaktaydım. Vizelerim çok kötü geçti. Artık birçok arkadaşım benden ümidini kesmişti. Ancak finallerde sıcaklardan bayıla bayıla çalışarak 4 dersimin 3'ünü verdim. Kaldığım sınavda ise fenalaştım, evime döndüğümde suratım mermer gibiydi. Geçtiğim sınavlardan birisinde vizem herkesten düşüktü, maalesef arkadaşlarımdan birisi hariç o dersi alan herkes kaldı. Ramazan ayında verdiğim o ders gelecekte olacakların habercisiydi.

-Herkes memleketindeyken Eylül ayında doğrudan okula geldim. Alıp kaldığım bazı dersler hiç almamışım gibi görünüyordu, okuldan atılma tehlikesiyle burun buruna gelmiştim. Azami süre sınavlarına girebilmenin tek şartı o dersi daha önce alıp kalmış olmamdı. Benden üniversite hayatında geçirdiğim 8 yıl yani 16 dönemi hatırlamam istendi. Çok zor da olsa o görünmeyen 3 dersi hatırladım, okulun küf kokan arşivine inilerek resmî ispatımı yaptım ve almadığım ders sayısının sadece 2 olduğu tespit edildi. Yazokulunda 15 dersin 3'ü temizlenmiş 12 ders kalmıştı. 12 dersin 2'si hiç almadığım ders olduğu için 10 dersten azami süre sınavına girmek zorundaydım ve en az 7'sini vermeliydim.

-Atılmak lafını her duyduğumda okuldan mı atıldım diye tepki veriyordum. Sürekli bir af söylentisi vardı, hergün telefonuma gelen 10 aramadan 8'i "Berk af çıktı duydun mu" şeklinde idi. Ancak af çıkmamıştı. Sinir bozan, yıpratan bu süreçte sinirlerin çelik gibi sağlam olması gerekiyordu, yoksa aklî dengeyi kaybetme tehlikesi vardı.

-Kayıtlarımız sadece dilekçe ile yapılırken yanlışlıkla internetten kayıt yaptım ve vizelere girmiş bulundum. Oysa bizlerin sadece finallere girme hakkı vardı. Seçmeli derslerimden birisi iptal edilmişti, yerine başka bir seçmeli ders almıştım ama dersine hiç girememiştim. Aylarca Ocak ayını bekledim. Kendimi binlerce kişilik Rus ordusuna karşı savaşacak birkaç Kırım atlısından biri gibi hissediyordum. Durum aslında savaştan çok hayatî bir futbol maçına benziyordu. Bir futbol takımı 90 dakika iyi oynayamayabilir veya hakem maçı katledebilirdi.

-Ocak ayı sonunda gelip çatmıştı. Okulda yatıp okulda kalkıyorduk üç azamî süresi öğrencisi olarak. Bazı zamanlar eve sırf duş almaya yemek yemeye uyumaya gittiğimiz oluyordu. İlk dönemin 6 sınavı sadece 5 güne sıkışmıştı. Perşembe günü 2 sınava girdikten sonra (üstelik birisi 19.30'da başlıyordu) ertesi günkü sınava dahi sabahladım. O sınav hayatım boyunca unutamayacağım bir sınav olacaktı. Sırf tek bir kalemi aylık yerine yorgunluktan yıllık olarak gördüğüm için bu kadarcık bir hata tam 20 puanıma malolacak ve DC'den o dersten bırakılacaktım. DC, normal öğrenciler için geçme notlarından birisi olabiliyorken azami sürelere en az CC gerekiyordu. Hocamız, biz azami süre öğrencilerini aşağılarken defolun şeklinde odasının kapısından içeri almazken hemen arkamızdan gelen 2 tane kız öğrenci o aşağılık emo Türkçeleri ile "Hocaaaeeeeeam biz BA aldık, AA yapar mısınaaaıııaaıız" sorularına karşılık aldılar, onlar hocanın odasına girerken biz gururumuz incitilmiş bir şekilde sessizce aşağı indik. Sessizce derken zıvanadan çıkmış halde aşağıda içimiz ferahlayana kadar homurdandık.

-İkinci dönemin sınavları yapılmaya başladı. 4'ü de üstüste güne konmuştu ama buna da razıydım. Kimi hocamız anında okuyordu, kimisi ise 2 kağıdı günlerce okumayarak günlerce bizi okulun koridorlarında süründürüyordu. Cuma günü son sınavıma gelindiğinde ise perşembe gecesi bir akrabamın vefatını öğrenmiştim, cenazeye katılamayarak o sınava girmek zorunda kalmıştım.

-Pazartesi günü son sınavım açıklandığında 10 dersimin 8'ini geçtiğimi öğrendim. Bölümün en zorları dediğim bazılarını da vermiş olmanın etkisiyle o gün yanımda uğur olsun diye getirdiğim Erciyesspor atkımı açtım, arkadaşların şok olan bakışları açısından bizi defeden hocanın kapısının dibinde içim boşalana kadar tezahürat yaptım ve gittim. Pişman mıyım? Çocukçaydı ama o sınavlarda çekilen eziyeti ancak ve ancak çeken bilir.

-Ne mi oldu ?

7. sınıf 2. dönem [Ocak 2010] : alttan 18 ders

8. sınıf 1. dönem sonu [Ocak 2011]: alttan 4 ders. [ 2'sinden bütünlemeye girip 2'ye düşürme hedefim var.]

-Azimle, çalışmayla bu kadar ağır bir durumun dahi altından kalkmak mümkünmüş. 30 dersten sınava giren arkadaşım şimdiden 27'sini verdi, almadığı ders sayısı 5 olduğu için hiçbir dersten kalmaması gerekn bir arkadaşım tek bir dersten bütünlemeye kaldı, 60 azamî süre öğrencisinden harcını yatırdığı halde okulu bırakan 33 öğrenci ise hala affı bekliyor, tek bir ders vermeksizin.

- Bütün bunlar gerçekleşirken bazı öğrenciler bizler için çirkin sözler sarfediyormuş meğerse. Güya biz kayırılıyormuşuz. Bunu sarfeden bir arkadaşa aynen şunu söyledim: "8 seneye uzat, atılmamak için 1.5 ay okulda yat kalk, seni de kayırsınlar(!)" Onlara hiçbir zararım olmayan ortalamalarına dahi sonsuza kadar katılmayacağım bir sınavda aldığım 60 civarı not dokunmuş kanlarına. İşin ilginci kabul edilebilir ki 25-26 yaşına gelmiş insanlar hayatına başlayabilsin diye istese tüm hocalar yardım eder, ister 25'i CC yapar. Ancak sandıkları gibi olmadı. Allah razı olsun yardım eden hocalarımız oldu lâkin yardım edildiği söylenen bütün sınavlarda kâğıtlarım zaten dolu doluydu. Ayrıca tek bir sınavı kalmış ve yeni doğum yapan o dersten kalsa atılacak bir öğrenci vardı. O öğrenciyi hangi vicdan kıyıp okuldan atar acaba? Okulumuzda 150 öğretim görevlisi varsa bunu yapacak öğretim görevlisi 5'i geçmez. Benim gibiler kopya çekenler yüzünden 0.3 puan için bir dersten kalırken bu dürüst(!) arkadaşlar neredeydi acaba en çok da onu merak ediyorum. Hayatta en çirkin şeylerden birisi iftiradır ve Allah, özellikle en genci 25 yaşında olan bizlere karşı üstelik de kimsenin ortalamasına etki etmediğimiz halde ileri geri konuşan kim varsa onu ıslah etsin.

-Geçmişin bedelini yıllarca ödeyen bir insan olarak sonunda geleceğe bakabiliyorum. Destek olan, yeri geldiğinde benim için memleketlerine gitmeyen, yeri geldiğinde sırf dersime yardımcı olabilmek için çalıştığı işyerinden izin alan, gece gündüz arayarak halimi hatrımı soran moral veren bütün arkadaşlarıma ve emeği geçen geçmeyen bütün hocalarıma teşekkür ederim. Kalan 2 bütünlemeyi de verip iyice rahatladıktan sonra, kariyerime ve özel hayatıma rahatlıkla odaklanabileceğim. Kariyerim adına nerede ne zaman ne yapacağımı az çok belirlemişken (aslında çok net belli ama burası Türkiye) özel hayatımdaki belirsizlik ve gizem hala devam ediyor.

Biz büyüdük ve kirlenmedi Tavlusun!




1988 yılıydı. Henüz daha üç yaşındaydım. Daha o yaşlardan çok çok düşkün olduğum rahmetli dedem taş bir bağ evine götürmüştü. Büyük dedemin resmini göstermişti ve başlamıştı Tavlusun sevgisi. Oradan gitmemek için çocuk aklımla arabasının egzosuna taş koymuştum ama başaramamıştım. Araba çalışmış ve Kayseri'ye dönmüştük.

500 yaşından fazla olduğu efsaneleri dolaşan yan bağdaki ceviz ağacına bakmıştım,ardından da Mimarsinan kasabasının yayıldığı o yüksek kel tepeye. Herhalde burası cennet demiştim. Daha sonraları ömrümün her yazını geçireceğim yer olmuştu Tavlusun. Rahmetli büyükannemin aldığı ve hala sakladığım mavi tekerli BMX ise özgürlüğün simgesiydi. Ona biner biner o yaşta asfaltta bisiklet sürmenin dahi maharet sayıldığı bir kültürde dağ tepe taşlık ıssız yollarda bisiklet sürerdim kardeşimle beraber. Çalgan ismini verdiğim köyün yerlilerinden başka hiçkimsenin bilmediği o dimdik tepeye çıkar, bütün o doğayı izlerdim.

Hassas ve içli insanların yeriydi Tavlusun. Aşıklar Kayası'na gider, tek başına sigara içerdim. Buram buram tarih kokan Amerika'nın kanyonları kadar ıssız vadiyi izlemek en büyük zevkimdi. 400 500 yıllık sahipsiz virane tarihî evlerin içinde bilinmeyeni keşfetme arzusuyla dolaşırdım, bu keşifler sırasında yabanî bir kartal ve börtü böcekten başka hiçbir şey keşfedemeyeceğimi bile bile...

Büyüyordum. Lise yıllarımda ankesörlü telefondan bağı arıyordum, yaşlı keçimi, biricik dedemi. Annemlere söyleme ben geliyorum der o zamanın köy otobüsü olarak kullanan 302ler'e binerdim. Gulu gulu diye çıkardığı kulakları tırmalayan ,her vites geçişinde gacır gucur sesler çıkaran rüzgarda sağa sola yatan camları daima buğulu ve kirli o otobüslerde sanki bütün dünya benimdi. Şehir evinin önüne geldiğimizde yüzümü saklar,eğilirdim sonra yeniden aynı hazzı yaşamaya başlardım. Sanki cennete yolculuk gibiydi o yollar. Köye indiğimde dizboyu kar olurdu. Hep annem dedeme sorardı:

-Baba korkmuyor musun bu yollardan, ya kurt inerse ne olacak?

-Kızım , kurt benden korksun!

Onun açtığı ayak izlerine basa basa giderdim köye. Bal rengi gözleriyle,tüyleriyle köpeğim yarı yolda karşılardı beni. Beraber bağımıza dönerdik.Çamsakızını abarttığı hala yapsa zevkle yiyeceğim irmik helvası, bir demlik çay ve Salih Amca ile beraber beni beklerdi dedem. İki saat sonra iliklerimize kadar hep beraber donardık, dönüş yolu tutulurdu. Dönüşte durağın yanındaki marangoza oturulurdu. Western filmlerinden çıkma o dükkana hayrandım. Sobanın üstündeki çay, ahşap kokusu, camlara bulaşan ahşap tozu ,kir pas ve tadına hala doyamadığım sohbetler...

2003 geldiğinde dedemi kaybettim. Kayseri'den 7, Mimarsinan'dan 1 belediye otobüsünün o cenazede onun kültürünü yaşatmaya and içmiştim. Artık o yoktu ama torunuyla sonsuza kadar yaşatılacaktı. Bir insan adının anıldığı son gün ölür demiş eskiler... Birgün bile adını anmamazlık etmeden tam 7 yıldır hala ısrarla ve gururla yaşatıyorum onu.

Vefatı o yıl çok sarsmıştı. Van olsa gene gideceğim demiştim, bir daha ÖSS belasına hazırlanabilsem ODTÜ, Boğaziçi2ni kazanacağımı bile bile Gazi Üniversitesi'ne gittim. Kabus gibi geçecek 8 yılın başlangıcıydı. Herkesin bölüm 1.si olarak bitirir dedikleri insan 8. senesinde hala debelenecekti. İyisiyle kötüsüyle geçen 8 yılda tabiki yazokulundan kalan her vakitte Tavlusundaydım. 40 45 derece sıcaklara aldırmadan bu yaz hariç her yaz haftada 1 Tavlusunun yollarına düşüyordum Ankara'dan. Tavlusunlu can dostlarım oldu. Gitar,bağlama çalınır, köyün kahvesine fındıklı kolasına dost kazığı oynanırdı. Daha sonra onlar da Türkiye'nin dört bir yanına dağıldı. Kırıkkale, Erzincan, İstanbul üçlüsündeydi arkadaşlarım. Onlaral yaptığımız mangalların tadı hala damağımda...

Kaybettiğim 8 sene elbette çok üzüyor ama en çok şu an olduğu gibi Tavlusun'u özlüyorum. Kabuslarımda iki günde bir oralardaki ağaçların kesildiği ve betonlaştığını görüyorum. Duruşu ve entellektüelliği gereği Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanı ile arası çok kötü olan köyümün adı değiştirilmeye kalkıldı, 18 yılı bulan bir dava ile Uygurca'dan gelen kadim ismimizi geri aldık. Mağaralarda yaşayan insanımız ve doğal bir afette çökmesi son derece muhtemel tarihi sit alanındaki evler yerine her Tavlusunlu'nun daha iyi yaşayabilmesi için köylü köyün boş arsasını kendi arasında anlaşarak kullanmak istedi. Mafya zoruyla belediye başkanımız o arsaları yoksul köylülerin elinden aldı ve 15 katlı 3 blok halinde "Abdullah Gül Siteleri'ni" dikmeye başladı.

Kayseri'yi hep Roma ordusuna bizi Galya'ya benzetirim. Kayseri bütün ihtişamıyla sadece bir tepe geride bizi gözetlerken biz de bütün şirinliğimiz ve güzelliğimizle şehirleşmemek, 700 yıllık o kültürü yaşatmak, doğamızı korumak adına mücadele ediyoruz. Tavlusun'dan göç edip memleketini unutan bazı zengin insanlara rağmen, mağarada yaşayanından ayda yılda bir Tavlusun'a giderek onu unutmadığını gösteren insanına kadar herkes işte buna çabalıyor. Unutmayın, çabalamazsak Kayseri'nin son oksijen alanını ve muhteşem bir kültürü daha kaybedeceğiz. Aynı Germir gibi, Gesi'nin yarısı gibi.

Senin bir kuru yaprağını dünyayı altınla kaplasalar önüme sunsalar gene değişmem memleketim. Büyük dedemden gelen tam 4 kuşaktan aldığım bu kültürü korumaya çabalamaya sonsuza kadar devam ederken gurbet elde hasretle anmak da şimdilik kaderimiz gibi görünüyor.

16 Ocak 2011 Pazar

Çamurdan olsun ama bizden olsun!


Kilitbahirspor

Gerçek futbol aşıklarının, iddaaya, digiturke tapınmayanların içi gitti değil mi bu fotoya? Arka fonda o devir için bile son derece mütevazi Çanakkale evleri, toprağı bile doğrudürüst düzlenememiş zemin, elle değişen skor tabelası, stadın içinde kalan ağaç, futbolcular... Panter kaleciler, tekme tokat oynayan tekmeye kafa koyan kasap ve cesur yürek defanslar, en ufak bir tartışmada yumruk yumruğa giren sahafa ise fırtına gibi esen bıçkın ortasahalar, leblebi gibi gol atan göbekli koşamayan forvetler... Kimi balıkçıdır, kimi kasap, kimi bakkal, kimi başka birşey... Ama bizden birileri. Orası kesin!

Sevemiyorum digiturksporları, iddaa denen rezil oyun için maç satılışını... Lüks stadlardan maç izlemeyi... Takımların adına sponsor eklenmesini. Yılların Çanakkalespor'una bakın, Dardanelspor A.Ş olduğundan beri kim gidiyor maçlarına, 2. lig kırmızı grupta düşmemeye oynamıyor mu?

Bu kareyi hayal ediyorum. Bir taraftar olarak parçası olabilmeyi. Bir elimde pipetle içtiğim gazozum, tozdan öksürüğe boğulmayı, sıcaktan ve gölge bir yer olmadığından tepeme güneş geçişini, muhtemelen tanıdığım olacak futbolcularla sahaya girerek yaşayacağım gol sevincini... Futbol işte budur.

Futbol o trilyonluk stadlarda ülke başbakanlarının açılışını yaptığı maçlar oynamak değildir. Futbol şifreli bir kanalda sıcaktan soğuktan etkilnmeksizin televizyon taraftarlığı yapmak değildir, başarıya endeksli takım tutmak yerine lokalist olmaktır, yaşadığın yerin takımını tertemiz çıkarsız başarıya bağlı olmaksızın yağmur çamur demekten kimseye sarmadan tertemizce tutmaktır.

Kilitbahirspor, Geliboluspor, Kayseri Demirspor. Böylesine şerefli, köklü ve mahalli takımların varlığını sürdürebilmesi ve hakettikleri yerlere gelebilmesi dileklerimle...






Tasarruf haftası!


Eskişehir Büyükşehir Belediyesi başkanı Yılmaz Büyükerşen'den zekâ dolu gönderme

28 Aralık 2010 Salı

İncelikler Yüzünden | 16

-Tribal bir saçmalama, sayıklama ile yine yeni yeniden karşınızdayım. Yazamıyorum. Kendim gibi kalemim/klavyem (artık neyse!) de lanetli. Olsun o kadar.

-Facebook çıktı çıkalı bloglar gözden düştü demeyeceğim ama son bir yıldır iyice unutuldular. Bir dönem pıtırak gibi çoğalmışlardı oysa. Popülizm işte. Pıtıraklar ayıklandı, GERÇEK bloglar kaldı çok daha iyisi böylesi belki de. Kendi adıma okunur okunmaz bilmiyorum çok da değil. Birgün bana birşey olursa sevdiklerime bırakabileceğim herkesin okuyabileceği yazı kırıntıları bırakıyorum ya bu yeter de artar.

- Spartacus çok seviyorum seni. "Trakyalılığın", eeşini hiçbir şartta unutmayışınla, asaletinle takdirle izliyorum. 26 Ocak gibi yeni sezonu başlıyormuş, internette 2. sezon yok şu bu dönüyor birşeyler ama yapımcısının kendi sitesi yalan söyleyecek değil ya.

- Anayasanın ilk üç maddesinden bihaber cahiller ordusu gene konuşuyor. Yok ikinci dil, yok özerklik derken şimdi de adamın birisi çıktı ebced hesabıyla başkentlik Ankara olmayacak diyor. Yok kardeşim öyle bir dünya. İlk üç madde değiştirilemez diyen anayasanın 4. maddesi değiştirilebilir diyen hukuk profesörlerine(!) 174. maddeyi okumlarını şiddetle öneriyorum. Ağzı olan konuşuyor diye boşa denilmiyor bu ülkede.

-Her acı unutulur. Her ne kadar derin, kadim olsalar da size mutlaka birgün yaşama alanı bırakırlar. Geçer kardeşim diye sırtınızı saçma bir şekilde sıvazlayanlara inat bırakın doya doya acınızı yaşayın. Bastırmayın içinizdekini, yaşayın. Sonraki günlerde huzur bulduğunuzu göreceksiniz. Unutamasanız bile iyileşiyorsunuz er geç....

10 Kasım 2010 Çarşamba

Atatürk'ten rahatsız olan güruha:


Dikkatimi çekmeye başladı son zamanlarda. Yanlış görmediniz, Atatürk resimlerinden rahatsız olan insanlarla aynı ülkeyi paylaşıyoruz. Son yıllarda artması tesadüf değil elbette. Ahlakın aile yapısının yozlaştırılmaya çalışıldığı AB(D) kültürünün aşılanmaya çalışıldığı, bebek katillerinin özgürlük savaşçıları olarak lanse edildiği, din kisvesi altında Atatürk düşmanlığı yapılan günümüz Türkiyesi'nin vehametini sergiliyor bu durum esasen.

Gençliğe hitabe ve Atatürk levhaları kaldırılsın, İstiklal Marşı okunmasın, maçlarda Türk bayrağı asılmasın değil mi? Atatürk için 1 dakikacık saygı duruşunda ayakta durmak enayilik değil mi? Yoruluyordur güzelim ayacıklarınız. Ağrıyordur nazenin kulaklarınız 1 dakikacık sirenlerden, kornalardan. Hayat normal devam etmeli değil mi?

29 Ekim'de 10 Kasım'da, 19 Mayıs'da, 23 Nisan'da Atatürk resmi konulması, törenler düzenlenilmesi neden dokunuyor size? Siz kimsiniz de insanların Atatürkçülük'ünü sorgulayacak salahiyete sahipsiniz? Nereden biliyorsunuz 365 gün kalplerde yaşatılmadığını? Siz ne yapıyorsunuz Atamız'ı yaşatmak için peki? Entel dantel zırva tepkiler verip insanın hüznünü yaşamasına bile manî olmaya çalışıyorsunuz.

Mustafa Kemal ATATÜRK. Biliyoruz bu isimden rahatsız oluyorsunuz. Onun bu ülke ve din için yaptıklarının altında eziliyorsunuz çünkü. Nefretinizi entellektüel tepkilerin ardına gizliyorsunuz ama öylesine nefret dolusunuz ki başaramıyorsunuz bile. Unutuyorsunuz ki o olmasaydı annenizi bilirdiniz ama babanızın kim olduğunu bilemeyecek, özgürce yaşayamayacaktınız.

Bu ülkeden, Atatürk'ten şikayetçi güruhun en azından dürüst olmasını istiyorum. Entellektüel kelimelerle, laf salvolarıyla son valsiniz son derece onursuz gerçekleşiyor. Atatürk'ü tabiki sevmek zorunda değilsiniz (bedelini ödersiniz,malum dilinizden düşürmediğiniz faşist(!) bir ülke burası) ama şirin görünmek ikiyüzlülük yapmak zorunda da değilsiniz.

10 Kasım 2009 Salı

FM 10




Bir siteden buldum, 2.40 gb doya indiririm diyen varsa buyursun:

FM 10

10 Kasım ve Kürt açılımı

10 Kasım'da Kürt açılımını gündeme getirenlere inat: "Ne mutlu Türk'üm diyene."

Polisi de DTP genel merkezini korumaya gösterdiği hassaslığı, Atatürk'ün kabrinin yanıbaşındaki semtlere de göstermesini bekliyorum. Anıtkabir'in yanıbaşında Mareşal Fevzi Çakmak Caddesi2nde beliren hayat kadınları ve travestileri mi ararsınız, yoksa Bahçelievler/Emek/Anıttepe'de tinercilerin artışını, gasp ve hırsızlıkları mı ararsınız seçim sizin. Bu ülkede vatana ihanet edenler baştacı yapılmaya devam ededursun halk da başının çaresine bakar.

Aman ha, gücenirler şimdi sevgi kelebeklerimiz. Hak,eşitlik, özgürlük, adalet derler dağlarda 30000 insanın canını alır, oluk oluk kan akıtırlar. Buna karşı çıkmanın adı da faşistlik olur.

Rahat uyu diyemiyorum Atam ama rahat uyuman için elimizden gelen ne ise onu yapacağız. "Gösterdiğin hedefte durmadan yürüyeceğimize and içeriz."